yeni yıl çilekleri

hepinizin yeni yılını en içten dileklerimle kutluyor, mutlu yarınlar diliyorum efenim...


belki aranızda biraz nostalji yapmak ve benimle ilgili ufak bir ironi yakalayıp küstahça gülümsemek isteyenler varsa onları da şu tarafa almayı ihmal etmiyorum.

seni dinliyorum


Kendine rahat bir koltuk seç ve bana düşlerini anlat. Herkesten sakladığın, gerçekleşmesine ihtimal bile vermediğin düşlerini. Seni sabaha dek gözümü kırpmadan dinlerim, inan bana. Uzaklardan bahset biraz da. New York’ta geçirdiğin geceden, Almanlarla şömine karşısında ettiğin sohbetten, Kopenhag’da sana küfreden balıkçının suratına indirdiğin yumruğun hızından bahset. Bizi anlat sonra da. Ellerimi anlat mesela, gülüşümü, dudaklarımı. Sakın durma, hemen ıhlamur yapıp getiriyorum sana. Duymak istiyorum hepsini; beni nasıl özlediğini, tam her şey canına tak etmişken benim yanıma gelmek için çantanı topladığın sırada arkadaşlarının seni nasıl durdurduklarını. Tek kelimesini bile kaçırmak istemiyorum. Yarısı yalan da olsa sen anlat yeter ki, kapattım bütün o diğer alıcılarımı sendeyim şimdi. Seni dinliyorum. Eski sevgililerini anlat şimdi de, kaşlarından gözlerden bahset. Sevgisiz sevişmelerini, kayıtsız aşklarını, kaçışlarını…
Ne o yoruldun mu? Öyleyse kapa gözlerini, koy başını yastığa. Yavaşça uykuya dal şimdi, ben buradayım. Seni dinliyorum hala.

gece ve hayaller


sizi özgürrüya ile ortaklaşa
çalışmamız için bu tarafa alalım...

protesto



Tanrı hükmetmek için var olmaya ihtiyaç duymayan tek şeydir.
Charles Baudelaire



Günler tek düze akıp gidiyordu. Tıpkı bir musluktan sürekli aynı frekansta damlamaya devam eden su damlacıkları gibi. Musluğun ağzında doğup, lavabonun deliğine erişene kadarki sürenin aynılığı, şimdi de günlere yansımıştı. Gün doğuyor saat 11.30 gibi gözlerini açıyor, kahvaltı yapıyor. Kahvaltıdan sonra bir saat kadar tekrar yatıyor. Daha sonra kalkıp pijamalarını çıkartıyor, bir saat kadar televizyonla oyalandıktan sonra kitabının başına geçiyordu.




Hayır, bayım yanılıyorsunuz, bu sıradan bir hayat yaşayan sıradan bir insanın nasıl hayatının değiştiğini anlatan bir öykü değil. Hayır, size yalan söylemişler. Her gün aynı şeyi yaparak yıllarca yaşayan, başlarına iyi ya da farklı bir şeyler gelmeden, aynı şeyleri yinelerken ölen insanların öyküsü bu. Hayatlarının aşkını bulmuyorlar, sırf siz heyecanlanın diye birilerini öldürmüyorlar. Mutlu olmuyorlar, nasıl mutlu olunur hatırlamıyorlar. Sizi aldattılar hep filmlerle kitaplarla, oyaladılar bugüne dek. Zombiler katiller köpek balıkları esrarkeşler koydular hikâyelerinin içine. En olağanüstü anlarda, işte bu o an dercesine arka planda şarkılar çaldılar, özel efektler kelime oyunları derken sizi inandırdılar. Bunların bir gün sizin de başınıza gelebileceğine, bir gün gerçekten mutlu ya da zengin ya da önemli biri olabileceğinize inandırdılar sizi. Ama gerçek böyle değil ne yazık ki. Gerçek tek düze bir devinimden ibaret. Tekrarlayan şeylerden ibaret. Sıranın size gelmesini beklerken sizden önceki nesillerin sırayla ölmesini izlediğiniz bir gerçeklik bu.




Toplum neslin devamını istiyor, sürekliliği durağanlığı istiyor. Sorgu istemiyor sual istemiyor. Bir sabah Bogota’da gözlerinizi açmanızı, sahilde sarhoş olup bütün gece kumlarda uyumanızı istemiyor. İşinizi yapmanızı emrediyor toplum, her sabah kalkıp gömlek giymenizi masanızın başına oturup bütün gün bilgisayarınızdan başka bir şeyle ilgilenmemenizi emrediyor. Dünya turu yapmanızı yasaklıyor şirketler, gençliğinizi istiyorlar. 35 yaşın üstündekilerin ve kadınların iş başvurusu yapmalarını engelliyorlar. Çocuk yapmalısınız diyor devlet, başbakanınız da sayısını söylüyor. Hayırlı evlatlar yetiştirin diyor dininiz. Sebzeli pilav yapmayı öğretiyor kadın programları ve kocanızı elinizde tutmanın 8 şerefli yolunu anlatıyor program sunucuları. İslami usullere göre kadın dövmenin yolunu düşünüyor Araplar.




Denizi olmayan bir şehirde, soğuk bir kış günü bilgisayarınızın karşısında boğulduğunuzu hissediyorsunuz. Boğazınıza sardığınız ve iki ucundan asıldığınız ipleri bırakıp nefes alıyorsunuz biraz. İntihar etmenizi çoktan yasaklamış dininiz.




Günler şıp şıp damlıyor lavaboya. Her gün bir diğerinin aynısı. Geçer merak etme diyor dostlarınız. Geçecek biliyorsunuz ama sonra tekrar gelecek. Sonra tekrar geçecek. Hayat oyuncağınızı elinizden alıp geri vermeye devam edecek ve bir gün Tanrı musluğu kapatana dek bu böyle sürüp gidecek.



~resim: jack vettriano - yesterday's dreams


converting vegetarians

Sanırım her kurban bayramında ciddi ciddi acaba vejeteryan mı olsam diye düşünüyorum.

İyi bayramlar...

between the bars

Benimle birlikte taşları üst üste koymaya başlayanların gökdelenleri var şimdi, haykırışların tam tepesinden insanlara bakıyorlar. Benimle birlikte yola çıkanların ormanları var artık, ağaçlarının sayısını bilmiyorlar. Benimle birlikte düşlemeye başlayanların camdan kaleleri var şimdi. Zırhlı şövalyeleri, Metallica konser biletleri, ejderhaları, prensesleri var.
Benimse bir şarkım var. Bana bütün gece içmemi ve unutmamı söylüyor.

bu akşam

Kahvelerini yudumluyor bazıları kilometrelerce ötedeki kentlerde, yavaşça bırakıyorlar fincanlarını tabaklarına. Samimiyetsiz bir kurabiyeyi kıtırdatıyor öbürküsü, berikinin ağzında çikolata tadı.

Saçlarını okşuyor kimi adamlar sevgililerinin, usul usul bir şeyler anlatıyorlar bir yandan da. Anın tadını çıkarıyor yarı çıplak uykulu kadınlar, saçlarında kahverengi hayalleri.

Fransızca şarkılar mırıldanıyor kediler Cenevre’nin ara sokaklarında, ayakları birbirine dolanıyor yürürken. Biraz şarap biraz ekmek ve tasasız hayat tam da bu olsa gerek…

Vapurda ayakları ıslanıyor denizci gençlerin, isyan bayrakları çekiliyor başkentlerde, teröristler yağmalıyor, alkolikler dövüyor, kadınlar ağlıyor ve aftlar sızlıyor ana haber bültenlerinde.

Fütursuzca vücutlarını sergiliyor birkaç fahişe, gözleri alabildiğine küfür. Dokunabildiklerini yakıyor tenleri.

Hangi dili konuştuğunu bilemediğim bir adam çatalını dayıyor tabağına, bir yudum daha alıyor içeceğinden. Masa örtüsündeki şekillere takılıyor gözü, birbiri ardına daire çizen kazlar var kepekli ekmeğinin altında.

Sınav kâğıtlarına bir şeyler karalıyor öğrenciler soğuk bir sınav salonunda. Bir cümle daha sonra bir nokta, birkaç cümle ve birkaç nokta daha. Yazdıklarını tekrar tekrar okuyorlar, birbirlerine bakıyorlar ve susuyorlar.

Aldattığı kocasının ayakkabılarını cilalıyor bir kadın. Bir kuş cıvıltısı kadar neşeli mırıldanıyor türküsünü. Planlar kuruyor, hesaplar yapıyor, korkuyor, düşünüyor ama yine de bırakmıyor türküsünü dilinin ucundan.

Kapakları tıkırdıyor tencerelerin mutfaklarda, yemek kokuları saçılıyor pencerelerden aşağıya. Ayaklarını sürüyerek gelen kadının kaşığının ucunda tüm bildikleri, usul usul karıştırıyor yemeği. Derin bir nefes alıyor tencere, bir gün daha bitti.

Kurşunsuz denemeler satıyor yazarlar başka başka şehirlerde. Tombul yanaklı şiirleriyle sevişiyor bazıları tatil beldelerinde, kimisi de söyleyeceklerini cücelerine kaptırıyor hikâyelerinde.

Bizse açtık kollarımızı iki yana, gözyaşlarımızı kurutuyoruz tren yoluna bakan isli balkonlarımızda.