blues



“sikeyim sizin aşk acılarınızı. acı çekmek nedir en ufak bir fikriniz bile yok yavşaklar!” diye okuyorum. Dünyada ilk küfür eden, ilk acı çeken, ilk farklı pozisyonlarda sevişen kadın sen değilsin bebeğim diyorum içimden; kendini bu kadar önemseme. Pencereyi kapatıyorum.
Tam karşımda rafta yan yana dizili altı farklı renkteki ojeden mavi olanı seçiyorum. Sandalyeyi geriye itip ayak parmaklarımı masanın köşesine diziyorum itinayla. Çalkalayıp kapağını açıyorum. Ayak tırnaklarımda mavi ojeler beliriyor sırasıyla, en büyük bi küçüğü onun da küçüğü… derken bitiyor. Kalkıp eserime bakıyorum, komik görünüyorlar. Biraz da böyle gezelim bakalım diyorum ayaklarıma, bakan bakar gülen güler napalım ben de onlarla gülerim. Sonuçta huzurluyum. Oraya buraya bulaştırmadan mavişleri sandalyeme dönüyorum, eski pozisyonumu almadan önce ihtiyacım olan ketle yerine aldığım USB Fanı masanın köşesine doğru ayarlıyorum, birazdan altında 35 numara henüz kurumamış mavi ojeli ayaklarımın belireceğinden emin olduğum noktaya. Sarı loş masa lambama da uzanıp, geriye doğru itiyorum kendimi. Ayaklarım masada, fanın tam altında. Kollarımı iki yana sarkıttım, tam arkamdaki pencereden gelen hafif serin havayı kucaklıyorum, daha çok sırtıma alıyorum omzumda gezdiriyorum. Bu anı seviyorum, tam olarak içinde bulunduğum anı. Uslu bir sevgili gibi kucaklıyor beni, başımı hafifçe duvara yaslıyorum. Her şey olması gerektiği gibi; mesela media player mükemmel bir başlangıç yapıp iron&wine çalmaya başlıyor. Gözlerimin kapandığını hissediyorum. Çıkarıp ortalığa attığım sutyenim bile tam olarak doğru yerde, çam ağacı topundaki yansımam istediğim güzellikte, sıyrılıp kucağıma toplanan geceliğim olması gerektiği gibi. Doğru seçim yaptığım kitaplarım tam bulunmaları gereken yerlere savrulmuşlar. Betty Blue, küçük dilini alt dişlerinin üstünden sarkıtmış ineğimin arkasından göz kırpıyor, Saramago sessizce yatıyor masamın üzerinde; sanırım bu aralar başka hiçbir şey yapmıyor. 3D gözlüğüm, boş antibiyotik kutularım, küçük Sokrates büstü… hepsi olması gerektiği gibi. Geçmiş zamanın birinde iyi bir şeyler yapmış olmalıyım diyorum kendime kendime. Zamanın birinde acı çeken bir arkadaşıma bugün mükemmel görünüyorsun demiş ya da yere düşen, dizleri kanayan bir çocuğu kaldırmış olmalıyım. Kısacası, küçük bir cadı gibi davranmadığım ufak zaman dilimleri içinde iyi bir şeyler yapmış olmalıyım. Böyle anlar daha fazla saracaksa belimi, daha fazlasını da yapabilirim diyorum ama şimdi değil. Kara paketinden kokulu sigaramı çıkarıyorum, bunu yaptığıma sabah kalktığımda pişman olacağım ama yine de sigaramı odada oturduğum yerde içme kararı alıyorum. Sakıncası yok, şimdilik. Su sebili karın gurultusuna benzer sesler çıkarıyor, ben de seni seviyorum diyorum. Onu gerçekten sevdiğimi bilmesini istiyorum. Sigaramı yakıyorum, kibriti sallayıp söndürüyorum. Perdeler pencereler buzdolabı arabalar ışıklar ve bütünlük için orada bulunmaya karar vermiş o diğer şeyler usul usul mırıldanıyorlar. Gözlerimi kapıyorum.
Telefonum çalıyor.
Lütfen sevdiğim birisi olsun diyorum.
Saçma sapan birisinin ismi yanıp sönüyor ekranımda.
Açıyorum yine de telefonu, çalan bütün telefonları açmak gibi bir huyum var. Sonrasında pişman olacağımdan habersizim.
Ne yapıyorsun bakalım diyor. O her zaman ki aptal tonlamasıyla söylüyor bunu, keyfim kaçıyor. 15 yaşında olmadığımı kaç kere hatırlatmam gerek.
İyiyim diyorum. Sanırım sorusunun cevabı bu değil ama umurumda da değil. Sen nasılsın diye soruyorum nezaketen.
Ben de iyiyim diyor. Nerdesin bakalım diye ekliyor. Tanrım, bu çocuğa böyle bir tonlamayı neden öğrettin. Tiksiniyorum.
Şehir dışındayım diyorum. Yalan gibisi yoktur.
Media Player şarkı değiştiriyor, tarz değiştiriyor. Sert bir şeyler çalmaya başlıyor. Bir sen anlıyorsun halimden diyorum, içimden.
Aa öyle mi ben de görüşebilir miyiz diyecektim diyor.
Yok, diyorum şu durumda görüşemeyiz. Kısa bir sessizlik oluyor. Aslına bakarsan diyorum, ben orada olsam da görüşemeyiz.
Hmm öyle mi anlıyorum, neyse diyor.
Hayır diyorum açıkçası pek anlamıyorsun. Beni aramamanı söylüyorum, yine de arıyorsun.
Özlüyorum, ne yapabilirim diyor.
Özlemeyebilirsin mesela diyorum. İstersen şu konuya açıklık getirelim diye ekliyorum, aramızda herhangi bir şey yaşanmadı yaşanmayacak. Biz seninle çok farklıyız.
Ne mesela diyor. Gecemi mahvetmeye kararlı olduğundan emin oluyorum bunun üzerine. Ayaklarım fanın altında buz kesiyor ama yine de çekmiyorum, bacaklarım kasılıyor.
Mesela diyorum aynı müziği dinlemiyoruz, aynı filmleri izlemiyoruz.
Cinematic Orchestra için bileklerimi kesebilirim, Lady Gaga için sokaklarda çıplak koşabilirim. Senin için ismi bile herhangi bir şey ifade etmeyen filmler için aklına gelmeyecek pek çok şey yapabilirim.
Hayata aynı yerden bakmıyoruz. Ha bunlar çok önemli mi benim için, hayır değil. Ama senin için bir süre sonra önemli olmaya başlayacak. Seni aramayışım, seni kıskanmayışım, kitaplardan başımı kaldırmayışım, benimle her yapmak istediğin şeyle dalga geçmem seni çileden çıkaracak.
Ben senin gibi değilim. Biliyorum eşsiz kar tanesi de değilim.
Düşünerek, yazarak saatlerimi harcıyorum, en erken öğlen ikide uyanıyorum. Yemek yapmayı bilmiyorum, ailemi nadiren görüyorum, kendimden başka bir şeyi nadiren önemsiyorum.
Çocuklardan nefret ediyorum. Hamile kalmamak için her şeyi yapıyorum, her şeyi.
Evlilik benim için en yakın yıldızdan daha uzak. Uzaylıların varlığına ahlaki değerlerin varlığından daha çok inanıyorum. Hayatımın kalanını yurt dışında geçirmek için ölüyorum ama bunun için o güzel kıçımı yerinden kıpırdatmıyorum bile.
Sonra mesela,
Erkeklerin dizlerimi aralamasına bayılıyorum, öpüşmeyi dans etmeyi iyi göründüğümü düşünmeyi seviyorum.
Senin hiçbir şeyin değilim ve olmayacağım. Kısacası her yalnız hissettiğinde aradığın bu numara, ne yazık ki yanlış bebeğim. Kendine daha az saçmalayan, daha makul birisini bulmalısın.
Susuyorum.
Telefon kapanıyor.
Ayaklarım buz gibi.
Türk Jinekoloji Derneği suskunluğunu bozmuyor.