limonlu kurabiye

Mutfakta ikimize içki hazırlıyorum. Onunkine bardağın yarısından fazla vodka dolduruyorum, kendi bardağıma sadece bir iki damla. Oturma odasına geçerken kendiminkinden bir yudum alıyorum, diğerini alçak orta sehpada uzanabileceği bir yere bırakıyorum. İlk yudumunda bardağın üçte birini bitiriyor. Yüzünü ekşitiyor.
Acı olduğunu biliyorum.
Sarhoş olmasını istiyorum.
Gülümsüyorum. Kendiminkinden de bir yudum alıp yüzümü ekşitiyor gibi yapıyorum.
“Sek içsek daha az acı olurdu herhalde” diyorum. Öpüşüyoruz.
Sarılınca zaman çok hızlı geçiyor.
İçkileri aynı anda bitiriyoruz. Sarhoş oluyor.
Sarhoşken kelimeleri yuvarlamasını seviyorum.
Küçülen gözlerini. Uyuklamasını. Yavaşlamasını.
Dünya onunla birlikte küçülüyor sanki.
Yıldızlar saçlarıma takılıyor.
“Neden sen kötü olmadın” diye soruyor. Kötüyüm ben de diyorum. Yalan sayılmaz.
Onu izliyorum.
Yavaşlayan dünyasını. Bilimin işkence ettiği deney farelerini.
Kulakları uğulduyor, parmak uçlarını hissetmiyor. Biliyorum.
Kulaklarını öpüyorum, parmak uçları oluyorum.
Yatmak isteyip istemediğini soruyorum, düşen kafasını kaldırıp hafifçe sallıyor. Bir dahaki sefere bardağın yarısını geçirmemeliyim diyorum kendi kendime.
En iyisi uyumak.
Onu tanıyorum o yüzden önce ben yatıyorum.
Sonra gelip başını çenemle göğüslerim arasındaki boşluğa yerleştiriyor. Birkaç kez öpüyor sonra uykuya dalıyor.
Onu sarhoş etmek, asla kazanamayacağımı bildiğim bir maçın devre arasında olmak gibi, kızgın bir boğayı sakinleştirmek, motosikletimi park edip seyretmek gibi, kısa süreliğine duran yağmurlar, uyuyan kaplanlar, dinlenen mayıs çiçekleri, ekoseli masa örtüleri, uzun ince bir vazo gibi.
Derin derin nefes alıp veriyor.
Bunu ayrıca seviyorum.
Bir elim saçında, diğer elimle omzuna dokunuyorum.
Aklımdan limonlu kurabiyeler geçiyor.

0 personal jesus: