dünyanın en sıkıcı yazısı

16:07
Telefonu çalıyor. Gözlerini kocaman açıp, arıyor diyor; doğruluyor. Çakmağı gösterip oynama diyor, sesi gidiyor. Gülümsüyor bebek gibi, limonatamı hatırlıyorum.
16:14
Beti hala telefonla konuşuyor. Çakmağı bıraktığım yerden alıyorum, endişeyle bana bakıyor. Merak etme diyorum. Uzaklaşıp sigaramı yakıyorum. Geri dönüp yanına, yere hırkasının üzerine oturuyorum. Konuşurken sakin davranmaya çalışıyor, sesini, sinirlerini kontrol ediyor düzenli olarak. Biraz onu dinliyorum, biraz sigaramın yanışını izliyorum. Küçüklüğümden beri yanan şeyleri izlemeyi seviyorum, ateşten gözümü alamıyorum. Savrulan dumanlar, tutuşan tütün ve bütün o bok püsür.
16:19
Beti’nin sesi titriyor. Ağlayacak galiba diyorum, giderek daha fazla geriliyor. Sigaramdan biraz daha duman çekip, birazını ciğerlerime kalanını açık havaya bırakıyorum. Düşünmeye çalışıyorum ama aklıma hiçbir şey gelmiyor.
16:22
Sıkılıp çimlere uzanıyorum. Beti hala telefonda. Artık kulak kabartmaktan vazgeçiyorum. Tepemdeki ağaçlara, bulutlara odaklanıyorum. Aslında o kadar da kötü değil diyorum. Dertsiz sallanıyor yapraklar, arkamda tam sırtımda dünya annenin -aslında İngilizcesinin- görkemini hissediyorum. Toprağa yakın olmak, iyi geliyor sanırım diyorum, aslında gerçekten ait olduğumuz tek yere.
16:27
Beti bu sefer gerçekten ağlıyor. Mendilini çıkarıyor, böyle söylemeni istemiyorum diyor telefondakine. Telefonu yutturmak istiyorum o anda söylemesi gereken şeyi bilemeyene. Dinlememeye çalışıp, yan çeviriyorum kafamı. İnsanlar çimenler yerden kıvrılarak yükselen ağaçlar karıncalar gezdirilen köpekler, gözlerim hepsine sırayla takılıyor. Burada olmak güzel diyorum kendi kendime, hepsi geride kaldı. Bütün olanlar.
16:34
Beti hala telefonda, usul usul derdini anlatmaya devam ediyor. Arada bir sertçe çıkışıyor, arada bir özür diliyor. Ağaç olmalıydım diyorum kendi kendime, olabileceğim en yüce şey sanırım bu olurdu. Sonra Kafka usulca; kara saplanmış yararsız bir ağaç kabuğu olmak gerek aslında diye fısıldıyor kulağıma. Gregor kolumda yürüyor, incitmeden bir fiskeyle çimenlerin arasına yolluyorum.
16:37
-          - Kakam geldi, kakam geldi
-          - Tut biraz
-          - Kakam geldi
-          - Tamam peki
16:41
Beti telefonu kapıyor nihayet. Sen ağladın mı diyorum, hayır burnum aktı sadece diyor. Sanırım bizim sorunumuz fazla güçlü olmak diyorum içimden. Ben çay almaya gidiyorum kendime sen de ister misin diye soruyor. Çok iyi olur diye yanıtlıyorum. Parasını ararken fotoğraf makinesini buluyor, birkaç fotoğraf çekiyor, çekiyorum. Babetlerini özellikle, onlar da bebek gibiler, kurdeleli. Ayağa kalkıyor, arkasından gidişini izliyorum. Keşke ne kadar güzel olduğunu bilseydi.
16:44
Yatmaya devam ediyorum. Hayat sıkıcı ve tatminkâr. Tek kolumu ağaca uzatıyorum, gözlerimi kapıyorum.
16:46
Beti çay tepsisini yere koyuyor, babetlerini çıkarıp ayaklarını uzatıyor. Birer sigara daha yakıyoruz.
-         - Beti sanırım yazımda senden bahsetmek istiyorum
-         - Oley
-         - Ama yazılarımda bahsettiğim kişiler bir şekilde hayatımdan çıkıyor. Acaba bahsetmesem mi diye düşünüyorum.
-         - Bu belki de bir dönüm noktası olur diyor.
Gülüyoruz.
16:49
Beti’ye aseksüel olma kararımı açıyorum. Mor şortlu çocuk da çok yakışıklıymış diyorum. Eğleniyoruz. Boktan kararımı tartışırken Boris patavatsızca araya giriyor, “ama ne yapmamızı isterdiniz ki, kızlar hala farkına varmıyor” diyor. Kapa çeneni diyorum, Beti yanı başındaki babetini kaldırıp Boris’e fırlatıyor.
Ve yavaşça akşam oluyor.

01:12
Alis henüz yapması gereken şeylerin hiçbirini yapmamış, uykusu geliyor.

2 personal jesus:

Adsız dedi ki...

sana güneş hep arkandan vurmuş.
gölgen hep önde.


Best regards,

Onur Özdil
Solo Gitarist & Bar Şarkıcısı

boncuk dedi ki...

Neyse ki Boris Vian'ım var artık! Yine de farkına varmayacağım biliyorum :)