hitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

minimum spanning tree

Fazladan birkaç kilo, birkaç sigara, daha az alkol, çok daha az alkol

Biraz patates, zamanlama hataları, sinir krizleri ve panik ataklar

Birden fazla adam, bir aşk, fazlaca hayal kırıklığı ve bolca caz

Sanırım istediklerim bunlar değildi. Kısacası, yanlış anlaşıldım.

Ama yine de bir teşekkür borçluyum, her ne kadar şu sıralar kendimi çok başarısız ve mutsuz hissetsem de şu anda bulunduğum yerde olabilmek için çok çaba sarf ettim ve elimden geldiği kadar şikayet etmemeye çalışıyorum.

Umarım hepiniz olmak istediğiniz yerdesinizdir.

Ya da bir gün orada olursunuz.

Daha pek çok iyi yıl, kötü yıl, bok gibi yıl geçirmeniz dileğiyle.

Şarap için, dökün, ağlayın. Tekrar için.

Yaşayın.

mola

kendimi yazmaya zorlamak beni çok yoruyor. o yüzden bir süre ara veriyorum.
işleri yoluna koyana dek.

blogumu takip eden, okuyan herkese teşekkürlerimi iletiyorum.


HBBA, Jayne, Indian ve TReVaNiaN'a da yazdıkları her bir post için teker teker teşekkür ederim. iyi ki buradasınız, iyi ki yazıyorsunuz.

kağnı ses esirler

Aslında George Orwell’in inanılmaz bir hayal gücüyle yarattığı eseri “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört”den mi bahsetsem diye tereddütte kaldım ama onu başka bir yazıya saklamaya karar verdim. O yüzden şimdi yazının ilerleyen bölümlerinde bahsedeceğim durumumu da anlayışla karşılamanız için öncelikle okumakta olduğum “Kağnı Ses Esirler” ve yazarından bahsetmek istiyorum.


Aslına bakarsanız Sabahattin Ali hakkında söyleyecek fazla bir şeyim yok, çok duru bir anlatımla çok çarpıcı kısa öyküler yazmış bir yazarımız kendisi. Okuduğum bu kitabında 18 kısa öyküsü bir de oyunu bulunmakta. Gerek olayları ele alışı gerek kimsenin görmediğini görüşü bakımından kesinlikle Türk yazarlarımız arasından açık farkla sıyrıldığına inanıyorum. Şahsen Sabahattin Ali gibi Edgar Allan Poe’yu ve onun kısa karamsar öykülerini de çok severim. Ne var ki Poe da Ali de yaklaşık aynı yaşlarda, belki de en verimli olacakları dönemlerde kaybedilmiştir. Her ne kadar birbirinden farklı üsluplarla farklı şeylerden bahsediyor da olsalar kısa yaşamlarına sığdırdıkları kısacık öyküleriyle sizi sarsacak, karanlık karamsar yönünüzü dikkatle okşayarak sizi yeni çıkmazların ortasında aniden yalnız bırakacaklardır. Kısa, zekice kurgulanmış öyküleri seviyorsanız her iki yazar da tam size göre olabilir. Yalnız Poe’nun alaycılığı biraz daha soğuk ve yapay gelebilir, baştan uyarayım.


Sabahattin Ali iyi güzel hoş da kişisel sıkıntılarımın, endişelerimin ve haklı korkularımın çok ağır bastığı, çok zorlandığım, sabrımın sonuna geldiğim şu dönemde okuyacak başka kitap mı bulamadın be Hande demekten kendimi alamıyorum. Her şey beni sıkmak, sıkıntıma bir yenisini eklemek için var sanki. 


Hava da zaten bir acayip; açıyor seviniyorum, kapıyor üzülüyorum, sonra tekrar açıyor ben seviniyorum sonra o tekrar kapıyor of… Aptal oldum sayesinde. Kitaplığıma bakıyorum, of ayrı rezalet. Dizili kitapların isimlerinden bazıları şöyle; Aşk ve Gurur, Dorian Gray’in Portresi, Ezilenler, Sefiller, Edebiyatta Ölüm ve İntihar… Buradan sonrasını okumaya içim el vermiyor, sıkıntılar basıyor, koşarak kaçmak geliyor içimden. Film alayım diye listeme bakıyorum en başta Donnie Darko var ardından Trainspotting ardında da Schindler’s List… Yok o da olacak gibi değil. Eskişehir Film Festivali oluyor bu hafta; onu da iple çekiyordum ama filmlerin isimlerine baktım konularını okudum, gitmekten vazgeçtim. Bu kadar ağır ve sıkıntılı şeyleri kaldırabilecek durumda değilim. Zaten geçen yılki festivalde de 4 Ay 3 Hafta 2 Gün’ü izlerken ne kadar gerildiğimi unutamıyorum.  İtalya’da yüksek lisans araştırıyorum, başvuru tarihlerini henüz kaçırmamışım ama ücretleri görünce anlıyorum ki olacak gibi değil. Msn’i açsam bir kişi online değil, televizyonu açsam her kanalda Mardin’deki katliam haberleri var, gazete okusam 2010’a kadar iş bulmak imkansız manşetleri var.


Diyorum ki en iyisi bakkaldan alayım iki paket jilet, jiletleyeyim kendimi… Batsın bu dünya diye haykırayım arada sırada, olsun bitsin. Hem işsizlik istatistiklerinden de düşeriz bir kişi, vallahi rahatlarız birazcık.


İşte bu sebeplerden dolayı yardımlarınızı bekliyorum pek kıymetli okuyucularım; şöyle ki karamsar olmayan, sıkmayan, mümkünse kimsenin ölmediği, hastalanmadığı kitap ve film tavsiyeleri yapmanızı rica ediyorum, hatta müzik de olur neden olmasın.


Önerilerinizi bekliyorum;


Yaşasın KAOS.

hande has been defeated


"14 Şubat" ta edindiğim pek sevgili oyunum Red Alert 3'ü oynuyorum iki gündür ve ne yazık ki her seferinde yeniliyorum.

 

Acımıyor bu "Empire of the Rising Sun" adama.

 

Askerlerimin Red Alert 2'deki gibi "for mother Russia" demiyor olmalarına mı üzüleyim, uçan küçük bir kızın koca koca tanklarımı havada çevirmesine mi şaşırayım, tam magnetic satelliteımı kullanırken kaçan uçak gemisine mi kızayım, ne yapayım bilemedim.

 

Oyun oynarken zaman hiç kendini belli etmeden, hiç acıtmadan geçiyor. Her ne kadar yeniliyor olsam da bu benim için şimdilik yeterli.

 

Ama güvenin bana, o Naomi ve Lisette'nin işini bir gün mutlaka bitireceğim.

Aha, bunu da buraya yazıyorum.

gastrovasküler boşluk

~ eski blogumdan gelen öyküler dizisinde son olarak - evet bu son olsun - "eksensiz kırkayaklar"ı yayınlıyorum ve tekrar yeni şeyler yazmak için çabalayacağıma söz veriyorum.
~ bu "eksensiz" kelimesi şimdi bir de hikaye içinde geçiyor olmasıyla kulak tırmalıyor olabilir ama hikayeyi yazdığım zaman bu isimde bir blog yapacağımı bilmiyordum. idare edin artık:)
~ bu hikayenin ayrıca manevi değeri var benim için. aslında onun beğendiği hikayelerimin hepsinin bir değeri var. onun beğendiği "melinda" ile başladık, yine onun beğendiği bu hikayeyle nostaljiye son veriyorum.

pek yakında yepyeni yazılarımla görüşmek dileğiyle;
arjantin

sun ate the moon

~ sırada "şüpheli hikaye tohumları" var. ne kadar öngörü sahibi bir insan olduğumu 2007 yılında yazmış olduğum bu hikayeden anlayabilirsiniz:) evet, sonumun buna benzer birşey olacağını o zamandan tahmin etmiştim.
~ rüyamda kurbağa - böcek kırması yaratıklar görüyorum. dün de kırmızı pantolonum vardı. kırmızıdan hiç hoşlanmam.
~ bir daha asla tiramisu yapmayacağım. çok yeteneksizim.
~ internet kotasını da dün itibariyle aşmış bulunmaktayım. hayırlara vesile olsun.

okurken eğlenmeniz dileğiyle;
arjantin

bebek kochamma

~ seriye "devrik hayallere" ile devam ediyoruz. malzeme dersi sınavına çalışırken yazmıştım. insan yapmak istemediği şeyleri yaparken başka konulardaki yaratıcılığı her zaman artıyor. yazmaya başladığımdan beri bunu gördüm.
~ sanırım insanların bana "sen hala burada mısın" ya da "nasılsın" diye sormalarından korktuğum için onlarla görüşmeyi reddediyorum.
~ rüyamda kocaman bir fok gördüm. kürekle vurdum vurdum, sürekli bana saldırıyordu. üstüne kapıyı kapattım. sonra ölecek diye korktum.
~ kendim hakkında yazamadığımı söylüyordum ya özgür rüya. şimdi bu değişimi neye borçluyuz diyorsan, deme...

dostlarınızla mutlu bir hayat dileğiyle;
arjantin

this will make you love again

~ şu sıralar depresyonda olduğum için yazamıyorum pek, hatta hiç. o yüzden siz sayın okurlarıma birşeyler sunabilmek adına bir süre kapattığım spaceimden seçme yazılarla çıkacağım karşınıza.
~ aralarında en sevdiğim "melinda" ile başlıyorum bu diziye. dizi diyelim evet. nostalji kokan bir dizi olsun bu. tamam, biraz da "her boku bilen adam" özentiliğimin sonucu olabilir:)

beğenmeniz dileğiyle;
arjantin

yeni yıl çilekleri

hepinizin yeni yılını en içten dileklerimle kutluyor, mutlu yarınlar diliyorum efenim...


belki aranızda biraz nostalji yapmak ve benimle ilgili ufak bir ironi yakalayıp küstahça gülümsemek isteyenler varsa onları da şu tarafa almayı ihmal etmiyorum.

converting vegetarians

Sanırım her kurban bayramında ciddi ciddi acaba vejeteryan mı olsam diye düşünüyorum.

İyi bayramlar...

ve nihayet




sanırım buna ihtiyacım var. umut ediyorum ki sizin de bana ihtiyacınız vardır...


bir şişe şarap, yalnız bir kadın ve yeni bir blog;