Pantolon ağımda kocaman bir ıslaklık aşağı doğru yayılıyor. Elimde ağır bir poşet üzüm, kaldığım saçma sapan yere doğru ilerliyorum. Yorgunum. Ve yalnızım. En sonunda buz gibi olup bacaklarıma yapışan ıslaklığın sorumlusu soda şişesini, hızla çöp tenekesine atıyorum. Ağlamalı mıyım, sanmıyorum. Endişelenmeli miyim, belki de. Dirseğimde sallayarak, önümdeki koyu renkli lekeyi kapatmaya çalıştığım çantam dizlerime vuruyor, üzümler fermante olmuş, şarap gibi kokuyor. Yanlış yaptığım şeyleri düşünüyorum ve yapamadığım doğru şeyleri, erkekleri ve berbat görünen saçlarımı. Bazen diyorum, bazen diyorum işte bir şeyler. Öğütler veriyorum, yalanlar söylüyorum, yaşlanıyorum kısacası çürüyorum. Devasa çöp bidonları bırakıyorum arkamda, dibinden sürekli bir şeyler sızan, terk edilmiş bidonlar. Önümde zıplayan çekirgenin geçip gitmesini bekliyorum bir anlığına. Tatillerimi düşünüyorum o sırada, başlayan biten, hiç başlayamayan, sadece planlanan ama yapılamayan, yarıda kalan. Düşüncelerim, ben, kokuşuyorum yavaş yavaş. Öp beni. Seyahat et benimle, tatil yap. Güzel olduğumu söyle, öyleymiş gibi yap, hayır saçların iğrenç değil, bıyıkların belli olmuyor de. O kızarıklıklar mantar değildir bence ama yine de doktora gitmelisin de. Bitti artık geçti de, saçımı okşa. Oyunlar oyna, devam et. Korkma ve endişelenme. Ağlamalı mısın, belki de.
Bazen diyorum ki kendi kendime, bazen öyle bir bakıyorum ki aynadan kendime...
Benden bir bok olacağı yok ama siz yine de “hayır, katılmıyorum” demeye devam edin.
0 personal jesus:
Yorum Gönder