devrik hayallere


Piyano sesi kadar hafif olma arzusu ya da ona benzer bir şeylerdi beni senin kapına kadar getiren. Zilin önünde beklerken buldum kendimi, giderken çarptığım kapın hala bembeyazdı ve kırgınlığı biraz olsun azalmamıştı bana karşı. Zili çalmak mı daha zor yoksa kapıyı açmanı beklemek mi? Aynıyım hala, hiç değişmedim; hala kararsızlıktan çatlayıp pul pul dökülüyorum. Ama getirdiyse diyorum ayaklarım beni sana yıllar sonra yeniden, ellerim de görevini yapmalı; çalmalı zilini. Kapıyı açtığında ne diyeceğini biliyorsun sanki diyor ellerim bana. Haklı, kuru bir özür affettirmez ki beni sana; ayaklarına mı kapanmalı, boynuna mı sarılmalı? Öyle mi yapmalı böyle mi derken geç kalmışlığımı, ertelemişliğimi arttırıyor da arttırıyorum. Ah, demet demet papatyalar getirmeliydim sana; ne de çok severdik. Seninle öğrenmiştim ben sevmeyi. Birbirimizi sever gibi sevmiştik her şeyi; insanları, rüzgarı, ağaçları... hepsini. Az vakit geçirmedik seninle, az sarılmadım senin rengârenk dünyana. Ama ne seninki gibi ne de benimki gibi gerçek dünya; acımasız, katı, adaletsiz, para-hırs düşkünü... Yavaş yavaş girerken aramıza, soğuk bir bıçak gibi ayırdı ikimizi; okul, ders, sınav, sonra iş güç...


 İçimden bir ses çal zilini, ona anlat bunları diyor. Kopacaksa kopsun; yok kopmuyorsa da sarıl sımsıkı, çek kokusunu içine, bırakma bir daha.


 Alıyorum elime fırçamı, başlıyorum biraz mavi biraz beyaz... Önce düğümleniyor sanki sözcükler boğazımda, ürkek darbelerle vuruyorum tuvale. Sonra başlayınca cümlelerim birbiri ardına devrilmeye, şarkı söyler gibi devam ediyorum resim yapmaya. Affedip kucaklıyor beni, bunca zaman sabırla bekleyen aşığım; sonra maviler deniz oluyor, denizler köpük...


~ 09.05.2006


~ resim: edward hopper - rooms by the sea

0 personal jesus: